28 Aralık 2014 Pazar

Giriş

Bugün insanlık, cehennemi bir uçurumun kenarında duruyor. Başının üzerinde asılı duran yok oluş tehdidi yüzünden değil. Çünkü bu tehdit, hastalığın kendisi değil, onun belirtisidir. İnsanlığın uçurumun kenarında bulunması, hayatın normal şekilde gelişmesini ve sağlıklı bir biçimde ilerlemesini sağlayacak “değerler” açısından iflas etmiş olması yüzündendir.

27 Aralık 2014 Cumartesi

1. Örnek Bir Kurân Nesli

Bütün İslam mücahitlerinin her yerde ve her zaman üzerinde durmaları gerekli olan tarihi bir gerçek var. Hem de uzun uzun üzerinde durulmalıdır. Çünkü gerek davet üslubunda ve gerekse davet girişiminde bu gerçeğin kesin bir etkisi vardır.

26 Aralık 2014 Cuma

2. Kuran Metodunun Özelliği

a) Kurân’ın Mekke’de inen kısmı, Peygamberimize (sa.) tam on üç yıl boyunca tek bir davadan bahsetti. Değişmeyen tek bir davadan… Fakat tamamen tekrardan uzak olarak. Çünkü Kurân üslubu, her seferinde o davayı ilk defa söz konusu ediyormuş gibi yeni bir ifade tarzı içinde takdim etti.

25 Aralık 2014 Perşembe

3. Müslüman Cemiyetin Doğuşu ve Özellikleri

Peygamberimizin (sa.) eliyle gerçekleşen İslam’a çağrı hareketi, hiç şüphesiz, peygamberler manzumesi önderliğinde yürütülen çağrı zincirinin son halkasını meydana getirir. İnsanlık tarihi boyunca süren bu çağrının tek bir hedefi vardır: İnsanlara tek ilahlarını, Hak Rablerini tanıtmak, herhangi bir yaratılmışa tapmayı reddederek ortaksız Allah’a kul olmalarını benimsemek.

24 Aralık 2014 Çarşamba

4. Allah Yolunda Cihad

İbn-i Kayyim el-Cevzi, cihad konusunu, “Zad’ül Mead” isimli eserinin “Peygamber olarak gönderilişinden Allah’a kavuştuğu ana kadar kâfirleri ve münafıkları hidayete çağırışının safhaları” başlığını taşıyan bölümünde şöyle özetler:

5. Hayat Metodu Olarak “La İlahe İllallah”

Tek Allah’a kul olmak, “lâ ilahe illallah” şahadet cümlesi tarafından temsil edilen İslam inancının ilk rüknünün yarısıdır. Bu kulluğun keyfiyetini Peygamberimize (sa.) dayandırmak da “Muhammed-ün Resulallah” cümlesinde ifade edilen diğer yarısıdır.

6. Evrensel Bir Yasa: Sünnetullah

Tek Allah’a kul olmayı ve bu ilkenin uygulanışını Peygamberimizin (sa.) mesajına dayandırmayı “la ilahe illallah”, Muhammed’ün Resulullah” şahadet cümlelerinin aksiyona dönüşmüş anlamı olarak kabul edip inanç binasını gerek vicdanlarda ve gerekse pratikte tek Allah’ın kamil manada anlaşılmış kulluğu esasi üzerinde kurar ve bu kulluk ilkesini inanç, ibadet ve yasa sisteminin her üünde temsil ettirirken, İslam “la ilahe illallah, Muhammed’ün Resulullah” şeklindeki şahadet cümlelerini, hayat tarzını yansıtır, bu tarzın ana hatlarını belirler ve özelliklerini açıklar diye kabul ederek binasını, tümü il bu temel üzerine kurarken, İslamiyet, kendisini insanlığın tanımış olduğu diğer sosyal düzenlerin tümünden apayrı kılan benzersiz görüş açısı üzerine yapısını, oturturken, mesajında sırf insan varlığına değil, daha geniş kapsamlı bir varlık kaynağına, sadece insanın yaşama tarzına değil, bütün kainatın varlık üslubuna dayanır.

7. Medeniyet Sadece İslam’dır!

İslamîyet, yalnız iki çeşit Toplum tanır: İslam Toplumu ve Cahiliye Toplumu.

“İslam Toplumu” inanç, ibadet, yasa, sosyal düzen, ahlak ve davranış olarak içinde İslam’ın uygulandığı toplumdur. “Cahiliye Toplumu” ise içinde İslam’ın uygulanmadığı, İslam inancının, İslam düşüncesinin, İslamî değer hükümlerinin, İslamî ölçülerin, İslam düzeninin, İslam’a ait hukuk sisteminin, İslam ahlak ve davranış tarzının hükmetmediği toplumdur.

8. İslam Düşüncesi ve Kültür

“Allah’ın şeriatı” denilince bu kavramla, yüce Allah’ın, insanlığın hayatını düzenlemek için bizzat koyduğu ilkelerin tümü kastedilir. Bu olgu ise itikad, hüküm(yönetim) ahlak, yaşam biçimi ve bilgi edinme ilkelerinde somutluk kazanır.

9. Müslümanın Milliyeti İnancıdır

İslam, insanlığa değer ölçüleri ve bakış açılarının içyüzü ile bu değer ölçülerinin ve bakış açılarının mahiyeti hakkında yeni bir düşünce tarzı getirdiği gibi insanlar arasındaki ilişki ve bağlantı konusu ile ilgili olarak da yeni bir düşünce tarzı getirmiştir.

10. Uzun Süreli Bir Geçiş Dönemi

Ortada önem önceliğine sahip bir gerçek var. Gerek inananlara ve gerekse inanmayanlara İslami takdim ederken bu gerçeğin vicdanlarımızda vuzuha kavuşması gerekir. Bu gerçek İslam’ın kendi özelliğinden ileri gelmekte, onun tarihinden kaynaklanmaktadır.

İslam kainat ve hayat ile ilgili bağımsız bir düşüncedir. Belirgin özellikleri olan sistemli, bütünlük karakteri taşıyan bir düşünce. Bu yüzden ondan, tüm dayanak ve ilişkileri ile bağımsız, kendi kendine yeterli bir genel hayat metodu meydana gelir, onun üzerinde, belirli özellikler taşıyan bir sosyal süzen yoktur.

Bu düşünce, eski-yeni bütün cahiliye düşünceleri ile kökten çelişir. Bu düşüncelerle, görünüşte kalan ve bazı yönlerle ilgili olarak detaylarda kimi ortak noktaları olabilir. Fakat söz konusu detayların dayandığı temel ilkeler, insanlığın tanıdığı diğer benzerlerinden bambaşkadır.

İslam’ın ilk görevi bu düşünceye uygun, onu pratik bir biçimde temsil eden insanca bir hayat tarzı geliştirmek ve yeryüzünde Allah’ın seçtiği yaşama tarzına uygun bir sosyal düzen kurmaktır. Zaten ulu Allah şu Müslüman ümmeti böyle bir düzenin örneği olsun ve ona dayansın diye ortaya çıkarmıştır. Ulu Allah buyurur:

“Sizler insanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve Allah’a inanırsınız.” [1] [1]

Yine ulu Allah bu ümmeti tanıtırken şöyle buyuruyor:

“O kimseler ki, onları yeryüzünde yerleştirirsek namazı dosdoğru kılar, zekat verirler, iyiyi emrederek kötülüğü yasak ederler.” [2] [2]

İslam’ın görevi, yeryüzünde egemen olan cahiliye düşünceleri ile uzlaşmak, her yerde yürürlükte olan cahiliye uygulamaları ile bağdaşmak değildir. Bu onun ilk geldiği gün görevi olmamıştır. Bu günde yarin da misyonu bu olmayacaktır. Cahiliye, yine ayni cahiliyedir. Cahiliye, sırf Allah’a kul olma ilkesinden ve Allah’ın buyurduğu yaşama tarzından ayrılarak ilahi kaynak dışında başka bir kaynağa dayanarak sosyal düzenler, şeriatlar, hukuk sistemleri, adetler, gelenekler ve değer ölçüleri ortaya çıkarmaktır. İslam da ayni İslam’dır. Görevi de insanları cahiliyeden çıkarıp İslam’a eriştirmektir.

Cahiliye, Allah’ın izin vermemiş olduğu şekilde bir takım insanların geri kalan diğerleri adına kanun koyarak insanın insana kul edilmesidir. Söz konusu kanun koyma ne şekilde olursa olsun fark etmez. İslam da insanların düşüncelerini, inançlarını, şeriatlarını, hukuk sistemlerini, değer ölçülerini sırf Allah’a dayandırıp kula kulluktan kurtularak sırf Allah’a kul olmaktır.

İslam’ın özelliğinden yeryüzündeki misyonundan süzülen bu gerçek, gerek O’na inananlara ve gerekse inanmayanlara iletmemiz gereken gerçektir.

İslam gerek düşünce ve gerekse bu düşünceye dayanan uygulama bakımından cahiliye ile ortaklaşa çözümler girişmeyi kabul etmez. Ya İslam, ya cahiliye. Ortada İslam’ın kabul edip hoşnutlukla karşılayacağı, yarısı İslam, yarısı cahiliye olan bir başka yönetim biçimi rejim yoktur. Hakkın tek olup birden çok olamayacağı, hakkın dışında kalan her şeyin sapıklık olduğu hakkındaki İslam görüşü açıktır. Bunların birbirine karıştırılması, birbirine kaynaştırılması mümkün değildir. Ya Allah’ın şeriatı, ya nefislerin arzuları. Bu konudaki ayetlerin sayısı gayet kabarıktır. Ulu Allah buyuruyor ki:

“...Ve onların aralarında Allah’ın indirdiğine dayanarak hüküm ver onların keyfi arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni alıkoymalarından sakin.” [3] [3]

Ulu Allah buyuruyor ki:

“...Bunun için onları hakka davet et. Aldığın emir uyarınca dosdoğru ol ve onların nefislerinin arzularına uyma.” [4] [4]

Yine Ulu Allah şöyle buyuruyor:

“Eğer onlar senin davetine uymazlarsa bilesin ki; onlar, nefislerinin arzularına uyuyorlar. Allah’tan gelen bir delile dayanmaksızın nefsinin arzusuna uyan kimseden daha sapık kim olabilir?! Hiç şüphesiz, Allah zalimlere hidayet vermez.” [5] [5]

Ulu Allah şöyle buyuruyor:

“Sonra seni emrimizden meydana gelen bir şeriat üzere görevlendirdik, ona uy. Sakin bilmeyenlerin keyfi arzularına uyma. Onlar seni Allah’ın azabından hiç bir şekilde kurtaramazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin koruyucusudur.” [6] [6]

Ulu Allah şöyle buyuruyor:

“Onlar acaba cahiliyenin egemenliğini mi istiyorlar? Anlayışlı kimselere göre, Allah’ın hakimiyetinden daha iyi kiminki olabilir?” [7] [7]

Bunlar, üçüncüsü olmayan iki şıktırlar. Ya Allah’ın ve O’nun Resûlünün çağrısına uymak veya nefsin arzularına uymak. Ya Allah’ın egemenliğini veya cahiliyenin egemenliğini. Ya Allah’ın indirdiğini tüm olarak uygulamak veya Allah’ın indirdiğine kulak asmamak. Ulu Allah’ın bu kesin, açık ve tekitli açıklamalarından sonra artık tartışmaya, tereddüt etmeye yer yoktur.

Buna göre İslam’ın görevi, cahiliyenin elinden insanlık önderliğini alarak bu önderliği kendine has, bağımsız karakterli ve köklü özelliklere sahip olan hayat sistemi uyarınca üstlenmektir. Bu önderlikle insanlik hesabina hayir ve kolaylik amaçlayarak. İnsanliği yeniden, yaraticisina döndürmenin sağlayacağı hayir ile insanlığın davranişları ile içinde yaşadikları kainatın hareketi arasında uyum sağlamaktan doğacak kolaylik. Ayrıca insanliği keyfi arzuların baskisından kurtarip Allah’ın onlar hesabina dilemiş olduğu onurlu düzeye yükseltilmelerini amaçlayarak. Başka bir ifade ile Abni Amir’in (ra.) İran Orduları başkomutanina verdiği şu cevaptaki hedefleri gerçekleştirerek:

“Dilediklerini kula kulluktan kurtarip sırf Allah’a kul olma şerefine ulaştirmak için, dünya sıkıntısından çıkarip Ahiret rahatliğina kavuşturmak için ve batıl dinlerin zulmünden kurtarip İslam’ın adaletine ulaştirmak için bizi Allah görevlendirdi.”

İslamiyet günümüzün düşünce sistemlerinde, siyasi rejimlerinde, sosyal kurunlarında, adetlerinde ve kültülerinde beliren nefsi arzuları pohpohlamak için gelmiştir. Bu nefsi arzular ister İslam’ın ilk geldiği günlere ait olsun veya gerek doğuda ve gerek batidaki şekilleri ile zamanimizda insanliği kuşatmiş olan örnekleri ile ortaya çiksin farketmez. İslam bunların tümünü büsbütün yürürlükten kaldırarak, onları kesinlikle geçersiz kilarak insanlığın hayatıni kendine has ilkeleri uyarınca yeniden kurmak için gelmiştir. O, yepyeni bir hayat tarzı geliştirmek için, tamamen özünden kaynaklanan bir hayat tarzı geliştirmek için ve kendi eksenine kesinlikle bağlı bir hayat tarzı için gelmiştir.

Bu hayat tarzını bazi detayları, insanlığın içinde yaşamakta olduğu cahiliye hayatının bazi detaylarına benzeyebilir. Detaylarda görülen bu benzerlik görünüşte, eksik ve sadece tesadüfe dayanan bir benzerliktir. Ağacin kökü tamamen değişiktir. Ağaçlardan biri Allah’ın hikmetinin bakımı altında iken öbürü insanın keyfi arzularının kontrölü altındadir. Ulu Allah buyuruyor ki:

“İyi toprak Allah’ın izni ile bitkisini verir. Buna karşılik kiraç yer, ancak faydasiz bitki verebilir.

Bu cahiliye eskiden olduğu gini şimdi de ayni şekilde pistir. Görünüş ve biçim itibari ile pisliği değişiktir, ama kökü ve kaynağı bakımından aynidir. Bu kök ve kaynak acimasiz cahillerin keyfi arzusudur.

Cahillik ve kinlerini aşamayan; aralarındaki bir takım fertlerin veya siniflarının yahut milletlerinin ve yahut da irklarının tek tarafli menfaatlerini adaltten, haktan ve hayirdan üstün görenlerin şahsı arzusu. Bu arzunun saltanati, Allah’ın şeriatı gelip de bunların tümünü yürürlükten kaldırarak tüm insanlik için, beşer cehaleti tarafından lekelenemeyen, bir takım sivrilmiş kişilerin arzusu tarafından kirletilemeyen ve sadece bir kısım insanların yararını gözetmeyen bir şeriat ortaya koyuncaya kadar sürer.

Allah’ın buyruğuna dayanan hayat tarzı ile insanlar arasından çıkarilan hayat tarzları arasındaki temel ayrilik bu noktada olduğu için bunların ikisinin ayni sosyal düzen içinde yanyana gelmesi, ayni uygulamada bağdaştirılmaları veya birinin yarisi ile diğerinin öbür yarisinin bir araya getirilerek uzlaştirılmasi imkansizdir. Ulu Allah nasil kendine ortak koşulmasini kabul etmezse, ayni şekilde yaşama tarzının yanında başüka bir hayat tarzı da kabul etmez. Bu iki durum, birbirinin aynisidir. Çünkü açıkça bellidir ki beriki ne ise öteki de odur. İslami insanlara sunarken kekelememek için, dilimizin dolaşmamasi için, karşımızdaki-leri kuşkuya düşürmemek için ve İslama siğindikları takdirde hayat tarzlarında köklü bir değişiklik olacağina inandirmadan yakalarını birakmamak için bu gerçeğin vicdanlarımızda son derece açık bir şekilde belirmesi gerekir. İnsanlar inanmali ki, İslama siğininca o, hayatla ilgili düşüncelerini tüm olarak değiştirecektir. İçinde yoğruldukları pratik uygulamayi da değiştirecektir. İslam bunu, kiyas kabul etmez derecede daha hayirli olanini vererek değişti-recektir. Düşünce ve pratiklerinin seviyesini insanca bir hayat tarzının seviyesine mümkün olan en kisa sürede çıkararak düzeltecektir. İçinde yuvarlandikları cahiliye pratiğinden geriye hiçbir şey birakmayacaktir. İslami sosyal düzeninkilere benzeyen bazi detaylar müstesna. Hatta bu detaylar bile şimdiki benzerlerinin tipkisi olmayacaktir. Çünkü söz konusu detaylar, şimdi bağlı oldukları kirli ve verimsiz cahiliye kökünden açık bir şekilde ayri olan büyük bir köke bağlı olacaklardır. Bununla birlikte, İslam, insanların pozitif ilimler alanındaki hiçbir kazançlarını ellerinden almayacak, tersine bu gelişmeyi güçlü bir şekilde ileri hedeflere doğru sürdürecektir.

Öyleki İslam’ın, çeşitli isim, yafta ve bayraklar altında ortalikta beliren kul düzmesi siyasi rejimlerden herhangi birinin benzeri olmadığı gibi yine kul düzmesi bir sosyal doktrin olmadığını onun sadece İslam olduğunu kavrayincaya kadar insanların yakalarını birakmama-liyiz. Bçğimsiz şahsıyeti ile, bağimsiz düşünce sistemi ile, bağimsiz uygulamasi ile sadece İslam olduğunu kavrayincaya kadar ortaya koyacağı uygulama araciliği ile insanliğa hayal ettiğimizden bile daha parlak bir hayir sağlayacak olan İslam. Doğrudan doğruya Allah’ın katından, yüce, temiz, uyumlu ve alimli olan İslam.

İslam’ın hakikatini bu şekilde anladığımız zaman böyle bir anlayış bizi İslami takdim ederken insanlara güven, anlayış, merhamet ve güçlülük içinde hitap etmemizi sağlayacaktir. Takdim ettiğimiz düşüncenin hak, insanların uyguladikları düzenin de batıl olduğunu kesin bir şekilde bilmenin sağlayacağı güven. İnsanların kötü durumda olduğunu bilmekten doğan anlayış. İnsanların sapik yolda olduğunu görüp başka türlü olmayan hidayetin nerede olduğunu bilmekten ileri gelen merhamet.

Şirin görünmek için İslami onlara asla olduğundan başka türlü göstermeyeceğiz. Onların sapik ihtiras ve düşüncelerini pohpohlamayacağiz. Onlara karşı son derece açık sözlü olacak ve şöyle diyeceğiz:

İçinde yaşadığınız durum pistir, Allah sizi temizlemek, aritmak istiyor. Yaşadığınız hayat tarzı bayağidir, Allah sizi yüceltmek istiyor. Aci, sıkıntı ve boşluk içindesiniz. Allah sizi sıkıntıdan kurtarmak, size merhamet etmek ve sizi saadete kavuşturmak istiyor. İslam, düşüncelerinizi, uygulamalarınızi ve değer ölçülerinizi değiştirerek, yaşadığınız hayat tarzını kendi kendinize reddetmenize sebep olacak bir hayat bir hayat tarzına yüceltmek istiyor, sizi. Sizi günümüzde Doğuda-Batida gördüğünüz uygulamaları kendi kendinize küçümsetecek bir duruma getirmek istiyor. Sizleri, yeryüzünde yürülükte olan bütün değer ölçülerinden tiksindirecek yeni değer ölçülerine kavuşturmak istiyor. Sizin ve bu dinin süşmanları bu hayat tarzı ortaya çıkmasın diye, bu dinin buyurdukları hayat içinde uygulanip canli bir örneğe kavuşmasin diye onun karşısında cephe kurdukları için İslam’a dayanan pratik hayat tarzını göremiyorsaniz da bizler Kurân’ımız, şeriatımız, tarihimiz ve geleceğine hiç şüphemiz olmayan istikbale ait cali tasavvurumuz sayesinde onu vicdanlarımıza yansimiş olarak görüyoruz.

İslami takdim ederken insanlara böyle seslenmemiz gerekir. Çünkü gerçek budur. Ayrıca gerek Arap yarimadasında, gerek İran’da, gerek Bizans diyarında, gerekse insanlara hitap edilen herhangi bir başka yerde İslam, ilk ortaya çikişında karşısındakilere böyle seslenmiştir.


Onlara hasta gözü ile bakmiştir. Çünkü gerçek buydu. Onlara sevgi ve cana yakinlik eden bir dille seslenmiştir. Çünkü bu tutum, onun tabiatında bulunan bir gerçektir. Kuşkuya, yanlış anlamaya meydan vermeyen bir açık sözlülükle karşılarına çikmiştir. Çünkü onun yolu budur.

Hiç bir zaman onlara “hayat tarzınıza, uygulamalarınıza, düşüncelerinize ve değer ölçülerinize,bazi ufak tâdilatlar dışında, karşılmayacak, veya “İslam sizin düzeninizin ve içinde bulunduğunuz uygulamanın bir benzeridir” dememiştir. İçinizden bazi kimselerin İslam’ı insanlara takdim edereken söylediği gibi! Bunlar, İslam’ı bazan “İslam Demokrasisi” yaftasi altında, kimi zaman “İslam sosyalizmi” unvani altında, bazan da yaşadikları alemin ekonomik uygulamalarının, siyasi ve hukuki durumunun, ufak-tefek bazi değişiklikler ile İslama uygun hale geleceğini ileri sürerek İslami tanıtmaya kalkışiyorlar. Daha bunlr gibi, ne göz boyama, şirin görünme ve ihtirasları pohpohlama girişimleri!

Hayir hayir, durum gerçekten bambaşkadir. Yeryüzünün her tarafini sarmiş olan cahiliyeden çikip İslam’a girmek geniş çapli ve uzun vadeli bir geçiştir. İslam’a dayali hayat tarzı da, eskisi ile yenisi ile, cahiliyenin hayat tarzına taban tabana zitti. İnsanlik pençesinde kivrandığı bu sıkıntıdan, bunlalimdan düzenin ve uygulamaların detaylarında kalacak ufak-tefek değişikliklerle kurtulamaz. İnsanliği bu durumdan ancak uzun vadeli ve geniş çapli bir geçiş, bir dönüşüm kurtarabilir. Yaratilmişların uydurduğu yaşama tarzlarından Yaratan.ın buyurduğu hayat tarzına geçiş. İnsan düzmesi düzenlerden insanların Rabbi olan Allah’ın düzenine geçiş. Kulların egemenliğinden kulların Rabbinin egemenliğine geçiş.

İşte gerçek budur. Bunun gibi bir başka gerçek de bunları yüksek sesle ve açık sözle söylememiz, karşımızdakileri kuşku ve belirsizlik içinde birakmamamizdir.

İnsanlar bu teklifimizi, önceleri hoşnutsuzlukla karşılayabilirler. Ondan ürküp kaçbilirler. Fakat unutmayalim ki; insanlar ilk defa İslam çağrisi ile karşılaştiklarında da ondan hoşlanmamişlar, ondan ürküp kaçmişlardı. Peygamberimizin (sa.) düşüncelerini küçümsemesi, putlarını kinamasi, uygulamalarını benimsememesi, gelenek ve adetlerine uymamasi, kendisi ve yanında bulunan bir avuç Müslüman için cahiliyenin değer ölçüleri ile geleneklerinden başka değer ölçüleri, gelenekler ve uygulamalar edinmesi onların ağrina gitmişti.

Sonra ne oldu? İlk zamanlarda hoşlarına gitmemiş olan, Kurân-ı Kerim’in ifadesi ile kendisinden “aslandan kaçan yaban eşekleri gibi” ürküp kaçtikları; ellerindeki her kuvvete ve her hileye başvurarak karşısında direnip savaştikları Mekke’deki güçsüz döneminde bağlılarına işkence ettikleri ve Medine’ye hicret edip kuvvetlenince; olanca güçleriyle üzerine çullandikları hakka siğiniverdiler.![8] [8]

Bu davet ilk günlerinde bugünkünden daha güçlü ve daha avantajli değildi. O cahiliye tarafından reddedilen bir meçhuldü. İtibar ve yetki sahiplerince kovulmuş olarak Mekke vadisine sikiştirilmişti. O günün tüm dünyasina yabanci idi. İlke ve amaçlarını tümü ile reddeden dünya çapında büük imparatorluklar tarafından kuşatilmişti.

Buna rağmen bugün olduğu gbi ve yarin olacağı gibi güçlü idi. Gerçek güçlülüğün unsurları bu inancın kendi özelliğinde saklidir. Bu yüzden o, en kötü şartlar ve şiddetli zorluklar altındabile fonksiyonunu icra edebilir. Bu güç, onun dayandığı açık ve yalin gerçekte, beşeriyet ekonomik açıdan, sosyal bakimdan, ilim ve düşünce alanında hangi gelişme düzeyinde bulunursa bulunsun, insanliği ilerleme yolunda yüksek düzeye çıkarmayi üstlenebilecek bir ruha sahip olmasında saklidir. Onun bu gücü, aynı zamanda tüm kuvvetleri ile cahiliyenin karşısına dikilmişken ilkelerinin bir harfini bil feda etmeye yanaşmamasında, cahiliye ihtiraslarını pohpohlamamasında, ona şirin görünmeye kalkışmamasında; hayir, rahmet ve bereket olduğunu açıklayarak doğruyu yüksek sesle haykirmasında beliren açık sözlülüğünden ileri gelmektedir.

İnsanları yaratan Allah, hiç şüphesiz, onların yapısını, kalblerine giriş yollarını ve kekelemeden, dolambaçli sözlere siğinmadan, cesaret ve açık sözlülükle gerçeği haykirinca insanların onu nasil karşılayacağini bilir.

İnsan nefsi bir hayat tarzından diğer birine geçmeye yatkindir. Bu ona, çoğu zaman, detaylarda değişikliklere katlanmaktan daha kolay gelir. Bir hayat tarzından diğerine topyekün bir şekilde geçmek detay değişikliğinden daha yüce, daha olgun ve daha temiz bir harekettir, yalnız insan ruhu bu geçişin mantiğa uygun gerekçelerini kendinde bulmalidir. Peki; İslam’ın diğerlerinden farki ufak-tefek bazi değişikliklerden ibaret olarak bilinince cahiliye düzenini birakip İslam düzenine geçmenin ne gerekçesi olabilir? Tersine alişilmiş düzende kalmak, akla daha yakin gelir. Çünkü o, en azından, yürüyen bir düzendir, düzeltilmesi, yer yer değişikliklere uğratılmasi mümkündür. Bir çok özellikleri yönünden eski düzenin bir benzeri olduktan sonra, alişilmiş düzeni ortadan kaldirip yürürlükte olmayan, uygulanmamiş bir düzene geçmek zorunluğu duyulmaz.

Bunun gibi, İslam’ı insanlara takdim ederken onun hakkında konuşan öylelerini görüyoruz ki, onlar sanki itham altında imiş de onun üzerinden bu ithamları gidermeye çalişiyorlar. Savunma üslublarından biri şöyledir: Modern sosyal düzenler İslam’da benzeri kinadikları şu kusurları işlemektedirler. Oysa İslam, bindörtyüz yil geçmiş olmasına rağmen bu konularda çağdaş uygarlığın yaptiklarından başka bir şey yapmiş değildir!

Ne kadar zavalli, ne kadar iğrenç bir savunma!

İslam, cahiliye düzenlerini ve bunlardan kaynaklanan açrpik tasarrufları gerekçe olarak kullanmaz. Bir çoklarının gözlerini kamaştiran ve ruhlarını hezimete uğratan bu “uygarlıklar” aslında birer Cahiliye düzeninden başka bir şey değildir. Onlar İslamla mukayese edilince gülünç, basit ve seviyesiz düzenlerdir. Bu düzende yaşayanların durumunun, “İslam Yurdu” veya “İslam Dünyası” denen ülkelerin mensuplarından daha iyi olmasına bakmamalidir. Çünkü berikiler, Müslüman oldukları için değil, İslam’dan ayrildikları için bu kötü duruma düşmüşlerdir.

İslam’ın insanlara karşı kendini açıklayan açık sözlü beyani şudur: İslam, çağdaş düzenlerden kiyas kabul etmez derecede hayirlidir. O bu düzenleri onaylamak için değil, onları değiştirmek için gelmiştir. O insanliği onların bataklığından çekip çıkarmaya gelmiştir, yoksa “uygarlık” kılığına bürünmüş olan bu bataklik içindeki debelenmelerini alkişlamaya değil.

İslam ile bir kısım mevut düzenler arasında, İslam’la kimi mevcut doktrinler arasında ve yine İslam ile kimi modalaşmiş düşünceler arasında benzerlik arayacak şkilde bir aşağılik duygusuna kapılmayalim. Biz bu düzenleri Doğuda ve Batida da reddediyoruz. Onları tümü ile reddediyoruz, çünkü İslam’ın insanliği yüceltmek istediği seviyeye göre bunların tümü geri ve hastalikli düzenlerdir.

İşte biz insanlara bu gerçekleri duyurduğumuz zaman ve onlara İslam’ın cihana şamil inanç sistemini takdim ettiğimiz zaman fitri yapilarının derinliklerinde bir düşünceden diğer bir düşünceye, bir uygulamadan diğer uygulamaya geçmeyi gerektirecek gerekçeler bulurlar. Buna karşılik onlara şöyle söylersek inandirici olmayız: Fiilen yürürlüke olan düzeninizi birakin da mevcut düzeninizde ok az değişiklikler yapacak olan uygulanmamiş olan bir başka üzene gelin. Bunun delili de şudur. Şu şu konularda siz de tipki onun gibi davraniyorsunuz. O sizi, geleneklerinizde, uygulamalarınızda ve arzularınızdaki ufak-tefek değişikliklerden başkasina zorlamiyor. Bu alanlarda da asil düşkün olduğunuz hususlar size kalacak, mevcut düzeninize gayet hafif bir şekilde şöyle bir dokunacak o kadar!

Bu tutum her ne kadar kolay görünüyorsa da özü itibari ile hoş değildir, Ayrıca doğru da değildir. Doğrusu odur ki, İslam, şeriatleri ve hukuk sistemlerini olduğu kadar düzen ve uygulamaları, düzen ve uygulamaları olduğu kadar düşünce ve duyguları da insanlığın içinde yaşadığı cahiliye yapısı ile hiçbir ilgisi kalmayacak şekilde köklü olarak değiştirir. Onları gerek ama hatlarda ve gerekse detaylarda kula kulluktan kurtararak sırf Allah’a kul olmaya geçirdiğini belirtmek bu konuda yeterlidir.

Ulu Allah buyuruyor:

“İsteyen mümin olsun, isteyen kafir olsun.” [9] [9]

Yine ulu Allah şöyle buyuruyor:

“Kafir olanlara gelince, hiç şüphesiz, Allah alemlere muhtaç değildir.” [10] [10]

Aslında mesele küfür ve iman meselesidir. Mesele şirk ve tevhid meselesidir. Mesele cahiliye ve İslam meselesidir. Açıkça bilinmesi gereken husus budur. Cahiliye hayati şu insanlar, iddia ettikleri gibi Müslüman değildirler. Eğer onların arasında kendi kendini aldatarak veya başkalarını kandırarak İslam’ın cahiliye ile bağdaşabileceğine inananlar varsa, bu kendilerinin bileceği bir şeydir. Fakat onların aldanmasi veya başkalarını gözler önündeki gerçeği asla değiştiremez. İslam bu değildir. Bu kimseler de Müslüman değildir. Bugünün daveti, bu cahiliye mensuplarını İslama döndürerek onları yeni baştan Müslüman yapmak görevi ile öncelikle karşı karşıyadir.

Biz insanlardan mükafat almak için onları İslama çağirmiyoruz. “Yeryüzünde ne yüksek mevki elde etmek ve ne de kargaşalik çıkarmak istemiyoruz. Kendimizle ilgili bir talebimiz, kesinlikle, yoktur. Davranişlarımızi değerlendire-rek bize mükafat veya ceza biçmek kulların yetkisinde değildir. Biz insanları, sırf onların iyiliğini istediğimiz için, bize eziyet etmelerine rağmen, İslam’a çağırıyoruz. Çünkü İslam davetçilerinin özelliği budur. Bu misyonun gerekçesi de budur. O yüzden insanların, İslamin kendileri hesabina taşidiği geniş çapli iyiliklere karşılik kendilerine verdiği yükümlülüklerin n olduğunu, açıkçasi İslam’ın içyüzünü bizden öğrenmeleri gerekir. Ayrıca içinde yaşadikları cahiliye düzeninin mahiyeti hakkındaki görüşümüzü de bilmeleri gerekir. Bu düzen, İslam’la hiç ilgisi olmayan bir cahiliye düzenidir. Bu düzen, şeriatle yer değiştirmedikçe “sapiklik”tir. Hakk’in dışında sapikliktan başka ne olabilir ki!

İslam’da yüzümüzü utandiracak ve savunmak zorunda kalacağimiz hiç bir husus yoktur İslam’da insanlara şirin göstermek için gayretkeşliğe kalkışacağimiz veya olduğu gibi açıklamaktan çekinerek kekeleyeceğimiz hiç birşey yoktur. Buna karşılik Doğunun veya Batinin karşısında, orada-buradaki cahiliye uygulamaları karşısında düşüln aşağılik duygusu, bazi kimseleri, “Müslüman” olduğunu iddia eden bazi kimseleri insan düzmesi düzenlerden İslamiyet hesabina birtakım bölük-prçük uzlaşmalar veya cahiliye uygarlığının aksiyonlarından İslam’ın bazi konulardaki aksiyon ve hükümleri için dayanak aramaya sevketmektedir.

Savunmaya girişmeye, gerekçeler aramaya mazeret beyan etmesi gerekenler varsa, bunlar insanlara takdim edenler değil; çelişkiler, eksiklikler ve ayıplarla dolu olan tutarsiz cahiliye içinde yaşayip, bu düzene dayanaklar bulmaya çalişanlardır. İşte İslama hücum edenler ve sonra da İslam’ın özünden habersiz bazi taraftarlarını savunmaya zorlayanlar sanki girişilen ithamları gidermek üzere kendini savunmasi gerekirmiş gibi onu kendini savunmaya zorlayanlar bu çeşit kimselerdir.

Amerika’da bulunduğum yillarda sayisi az olan Müslüman grubumuzun karşısına bu çeşit bazi kimseler, sik sik çıkardı. İçimizden baziları onlara karşı savunmaya ve gerekçeler ileri sürmeye geçerdi. Ben, tersine, Batı cahiliyesine karşı taarruz durumuna geçerdim. Gerek dini inançlarındaki tutarsizliklara karşı, gerek ekonomik, sosyal ve ahlaki durumlarındaki bozukluklara karşı akilla ve vicdanla bağdaşmayan teslis, ilk günah ve o günah.ın kefareti olarak Hz. İsa’nin kendisini feda etmesi düşüncelerine karşı şu faizci, karaborsaci kapitalizmin karanlik çehresine karşı. Karşılikli yardımlaşmayi ancak kanun balyozları altında mümkün kilan şu egoist ferdiyetçiliğe karşı. Şu aptal, hayati kurutucu maddeci düşünceye karşı; “Kadin ve erkeğin bırarada yaşamasi” diye adlandirdikları şu hayvanlar hürriyetine karşı. “Kadin özgürlüğü” dedikleri şu esir pazarina karşı. Evlilik ve boşanma sistemi ile ilgili olarak hayat realitesi ile bağdaşmayan şu zorlama, güçlük çıkarma ve iki yüzlülüğe karşı. Şu çirkin ve amansiz ırk ayirimina karşı. Bunlar yanında İslamin dayandığı mantiği, yüceliği, güler yüzlü tutumu; onun bakışlarını diktiği ve fakat insanlığın ulaşamadığı ufukları,aynı zamanda pratik hayati karşılayip, onu sağlikli insan fitrati uyarınca ele alarak çözüme kavuşturduğunu belirtirdim.

Bunlar Batinin gündelik hayati içinde karşılaştiğimiz gerçeklerdi. Ayrıca bunlar, İslam’ın işiği altında incelenince ilgililerini utandiran gerçeklerdi. Fakat Müslüman olduğunu iddia eden bazi kimseler cahiliyenin içinde yaşadığı bu kokuşmuş ortam karşısında aşağılik duygusuna kapilarak İslam ile Batidaki bunalimli ve tedirgin enkaz arasında veya Doğudaki katiksiz maddeci kepazelik arasında benzerlik ariyorlar.

Biz, insanliğa İslami takdim ederken, ne kadar ağir baskilar altında kalirsak kalalim; düşünce, uygulama ve gelenek alanlarında cahiliye ile hiçbir şekilde yakinlik kuramayacağimizi söylemek gereğini, bütün gerçeklerden sonra, artik duymuyorum.

En önemli görevimiz İslam düşüncesini, İslam geleneklerini cahiliyenin yerine geçirmektir. Bu görev, içimizden bazilarının sandığıgibi, cahiliye ile yakinlik kurarak ve yolun başındaki ilk adımları onunla birlikte atarak asla gerçekleşmez. Böyle bir tutum benimsemek daha yolun başında yenilgiyi ilan etmek demek olur.

Yürürlükteki sosyal düşüncelerin ve yaygin içtimai geleneklerin baskisi korkunç ve ezici bir baskidir. Özellikle kadinlar dünyasında. Müslüman kadin, şu cahiliye ortami içinde, gerçekten ağir ve uğursuz bir baski altındadir. Fakat kaçinılmaz ve vazgeçilmez olandan kaçmamiz sözkonusu olamaz. İlk önce direnmemiz gerekli. Sonra da üstünlük sağlamamiz Getirmek istediğimiz İslam hayatının yüve ve parlak ufukları karşısında ne derece düşük bir düzeyde bulunduğu gerçeğini, cahiliyeye göstermemiz gerekiyor.

Bu da cahiliye ile her türlü ilişkiyi keserek, inzivaya çekilerek, ondan iyice uzakta bir yalnızlik öşesine kapanarak olamayacağı gib, bazi adımları onunla birlikte atarak onun yakinliğini aramakla da olmaz. Asla! Bu amaca ancak özelliğimizi kaybettirmeyen bir yanyana yşama ile, onurumuzu korumasini bilerek karöilikli aliş-verişte bulunmak suretiyle sevgi içinde hakkı haykirmak sureti ile, tevazu içinde imanın üstünlüğünü benimseterek, bütün bunlardan sonra, şu apaçik gerçeği de hiç bir zaman hatirdan çıkarmamak sureti ile varabiliriz. O gerçek de şu: Biz bir cahiliye ortamında yaşiyoruz. Biz cahiliye karşısında hidayete erdiren yola sahibiz. Cahiliyedenİslam’a geçişi sağlayacak olan intikal dönmi, geniş çapli ve uzun vadeli bir dönemdir.

Ortada, yari yolda buluşmak üzere değil de, cahiliye mensuplarının kullanip üzerinden İslama geçmeleri amacı ile ancak köprü kurabilecek, bizimle arasında uçuum bulunan kaygan bir zemin vardır. Gerek “İslam Yurdu” adi verilen ülkelerde yaşayan ve gerekse “İslam Yurdu” dışında yaşayan cahiliye mensupları bu köprü, bu geçit üzerinden İslam’a geçeceklerdir. Karanliklardan kurtulup aydinliğa çıkmak için, içinde kivrandikları bunalimdan kurtulmak için, İslam’ı tanımış olan bizlerin tattiği ve birlikte yaşamaya giriştiğimiz iyilikle mutluluğa erebilmeleri için. Yok derlerse, onlara ulu Allah’ın Peygamberimize (sa.) söylemesini emrettiği gibi söyleyelim:

“Sizin dininiz size, benim ki de bana.” [11]



[1] Al-i Imran, 110.
[2] Hacc, 41.
[3] Maide, 49..
[4] Şura, 15.
[5] Kasas, 50.
[6] Casiye, 18-19.
[7] Maide, 50.
[8] Müddesir, 50-51’den mülhem.
[9] Kehf, 29.
[10] Al-i Iran, 97
[11] Kafirun, 6.

11. İmanın Yüceliği

Allah: “Gevşemeyin, üzülmeyin, en üstünsünüz, eğer inanıyorsanız? Buyuruyor. (Al-i İmran, 3:139)

Bu uyarı, inanan bir bilincin, bir düşüncenin ve ölçünün şeyler, olaylar, değerler ve kişiler karşısında sürekli takınması gereken tavrı belirlemektedir.

12. Yol Budur

“Burçlara sahip gökler, vadedilen gün, cuma ve arife hakkı için Ashab-i Uhdud lanete uğradı. Yalazlı ateşçiler. Hani onlar, ateşin çevresine oturmuşlar ve müminlere uyguladıkları işkenceyi seyrediyorlardı. Müminlerden intikam almalarının sebebi, sırf göklerin ve yerin maliki olan aziz ve hamid Allah’a inanmaları idi. O her şeyi görür.